İki tarafı mermer sütunlarla çevrili bir yolda süzülürken -benim konumumda biri için süzülmek dışında bir devinim söz konusu olamaz- bana yabancı olan bu yeri yadırgamış, bu yadırgamışlığın ürkekliğiyle çekingen bir tavırla istemsizce sürükleniyordum. Yolun nihayeti nereye varacak bilmekten acizdim. Daha iki metre ötesini bile algılayamıyordum.
Ne kadar sürdüğünü kestiremediğim bu yol sonunda nihayete erdiğinde karşımda tuhaf görünümlü biri duruyordu. Ürkekçe geri çekilmeye çalıştıkça ona doğru sürükleniyor, bu sebepten ötürü inanılmaz derecede korkuyordum. Fakat karşımdaki silüet sadece gülümsüyor ve elini bana doğru uzatmaya yelteniyordu.
Deforme olmuş parmaklarının benliğime temasını hissettiğim an nedensiz bir süknetle dolup taştım. Geçen her salise değiştiğimi hissediyordum. Saniyeler sonra garip silüet bir adım geri çekilip bana gülümsedi ve arkasını dönüp tek kelime etmeden uzaklaştı. İleri doğru atılıp kim olduğunu sormak istediğimde ise dengemi kaybedip yere yuvarlandım. Artık süzülemiyordum. Baştan aşağıya kendime bakmaya çalıştım. Kalçama bağlı bu iki uzun şey de neyin nesiydi? Bacak mı? Sürünerek en yakındaki su birikintisinin önüne gittim ve eğilerek sudaki aksime baktım. Sarı dalgalı saçlarım, mavi gözlerim, ince, narin bir vücudum vardı. Doğmama az kalmıştı belli ki. Fakat neden bu kadar büyüktüm?
Yakınımdaki ağacın gövdesine tutunarak ayağa kalktığım an toz pembe bir elbise belirdi üzerimde. Kıyafete lüzum olmadığını düşünecek oldum fakat karşıdan gelen adamı fark ettiğimde tanrıların işlerini sorgulamaya haddim olmadığını bir kez daha anladım. Yalnız değildim.